21 Eylül 2016 Çarşamba

Kimsin Sen?



Seviyor Sevmiyor 10. Bölüm



Farzedin şuraya dev puntolarla Tuna yazmışım.
İzlerken tweet attım:
''Tuna gibi bir-iki insan daha olsa, dünya daha yaşanılır olurdu sanki.''
Alış-verişteki eğlenceli hallerinden sonra onu çocuklarla birlikte görmek, 
o içtenliği, o duygulu halleri ve flashback ile ona dair 
bir gerçeği; Gölge isminin nereden geldiğini 
öğrendiğimiz o sahnelere #efsane etiketi koyuyorum.
Bütün bölüm bi yana, Tuna sahneleri bi yana.
Kesin, net.

#kimsinsen  bölüm etiketiyle oldukça uyumlu akan bir hikaye izledik bu hafta. 
Yiğit'e gittikçe ısınıyoruz, kendini açtıkça/ anlattıkça onu tanıyoruz.
Artık daha doğal, daha yaşayan bir karakter o. 
Beni rahatsız eden, senaristlerin bazı detayları göz önünde bulundurmaması. 
(Eğer altından başka bir şey çıkmayacaksa)
Neşe'nin bile yıllıktan okuduğu bilgiler doğrultusunda Deniz Aslan'ı kurcalaması, 
(Yiğit'ten gerekli cevabı almasına rağmen) 
yakaladığı ''Pamuk'' detayı ile Deniz'i test etmesi 
ve sonucunda İrem'e gidip bir tuhaflık olduğunu çözmesi bi bölümü kapsayan bir olay.
Yiğit kendini tamamen Deniz'i buldum diye kandırıp
aslında görebileceği gerçeği gözden kaçırıyor.
Bunun en büyük örneği Deniz'in doğum günü olsa gerek, değil mi?
Çocukluğundaki Deniz'e bu kadar bağlı olan Yiğit, nasıl oluyorda onun doğum gününü hatırlamıyor? 
Ben bunu uzun bir süre sorguladım. 
11. Bölüm fragmanını izledim ve bu bir kez daha kafamı kurcaladı. 
Yiğit'in babası geliyor, geldiği gibi bunu fark ediyor. 
İlginç. 

Gelelim İrem'e; Deniz'in yaptıklarının altında daha çok ezilecek. 
İlk aşkını yaşamak uğruna Deniz'i kandırmayı göze aldı almasına 
ama vicdanı rahat değil elbette.
Bu yüzden bir gitgel içinde, 
Yiğit ona yakınlaşmaya çalıştıkça kaçıyor ve bu durum yakında ayağına dolanacak.


Deniz...

Şöyle bi duralım hep beraber, düşünelim.

 Hangimiz onun gibi yapmıyoruz?
Hangimiz bu mutluluk oyununu oynamıyoruz?
''Ben iyiyim'' diyerek kendimizi avutmuyor muyuz?
Biri bize kendimizi hatırlattığında onun gibi tepkiler vermiyor muyuz biz de?
Bazen sevdiklerimizi üzmemek için onlara ''unuttuk'' demiyor muyuz?
Sonra kendimizi kandırdığımızı en acı biçimde anlıyoruz, 
işte o zaman hepimize 
en başa koyduğum sahnedeki sarılıştan, sahiplenişten gerekiyor.

Ne diyor Tuna?

''Tamam mutsuzsun ama yalnız değilsin!
Ben yanındayım. Senin yaralarını beraber sararız belki?''



Seviyor Sevmiyor her Pazar 20'de Atv ekranlarında.
Görsel atv.com.tr'den alıntıdır.



instagram: @elifsblue
twitter: @esentuerk










18 Eylül 2016 Pazar

GONCAGÜL SUNAR

Henüz çocuk yaşımda her Salı akşamı ekrandan gördüğüm bir yüzdü. Yaşım kaçtı hatırlamıyorum. 5 6 yaş civarı diyelim.   O zamanki aklımla oldukça komik bulduğum, 25 yaşımda bende uyandıracağı tek hissin “nostaljik” olacağı bir mahalle dizisinde gözüme çarpmıştı. Kahverengi, uzun ve dalgalı saçlı kız. Yıllar sonra oluşacak uzun ve dalgalı saç takıntımın ilk sinyalleri daha o zaman verilmiş aslında-  Evet, uzun ve dalgalı saçları vardı.  Doğal olarak sevmeliydim. Birde giydiği kalın kazaklar kazınmış hafızama. Dizideki onca karikatürize, karakter arasında en normal, en sakin, belki de en sıradanıydı bu uzun ve dalgalı saçlı kız.  Farklıydı. daha da sevmeliydim. Elinden düşmeyen ders kitaplarıyla, dilinden düşmeyen “usta”sıyla bir süre sonra diziyi izleme sebeplerim arasında zirveye oynamıştı. Yıllarca sürmüştü dizi. Uzun ve dalgalı saçlı kız mezun oldu. Sevindim. Öğretmen oldu. Sevindim. Ancak bir sorun vardı, uzatmalı eczacı sevgilisiyle bir türlü evlenmiyorlardı.  Dizideki diğer karakterler evlenip, çoluk çocuğa karışırken uzun ve dalgalı saçlı kıza bu mutluluğu çok görüyorlardı. Sonra bitti dizi ve uzun ve dalgalı saçlı kızın bir yuva kuramamış olmasının üzüntüsü kaldı içimde çocuk aklımla.
Aradan az bir zaman geçti. Bir akşam ortalığı kasıp kavuran  Konak’lı diziyi izliyordu ev ahalisi. Kaçıncı bölüm olduğunu bilmiyorum, konağın mutfağında senkronize olarak yemek ve dedikodu yaparken ilişmişti gözüme. Fakat uzun ve dalgalı saçları gitmişti. Başında yemenisi, yemenisinin altından görünen kızıl saçları vardı. Şaşırmıştım önce, ama bu şaşkınlık kısa sürede onu yeniden ekranda görmenin ve görecek olmanın verdiği mutluluğa dönüşmüştü. Üniversiteli Goncagül gitmişti artık, yerine yemenisiyle ve yüzündeki hınzır gülümsemesiyle Hayriye gelmişti. Üstelik bu sefer daha komikti. Sevmeliydim. Bir akşam bir programda Konak’ın Hayriye’si elinde gitarıyla şarkı söylüyordu. Şarkı söylüyordu  ve sesi su gibiydi. Daha da sevmeliydim.  Asmalı Konak efsanesi bitti. Hayriye evlendi, çocuğu oldu. Bu sefer mutlu bırakmış olmanın verdiği rahatlıkla gözüm arkada değildi. :)
Birkaç yıl geçti aradan. Artık 14 yaşında koskoca bir ergendim. Sıcaktan buharlaşmak üzere olduğumu hatırladığım bir akşamıtelevizyondan tanıdık bir ses duyuldu.  Ekrana bakınca elinde mikrofonuyla pavyonda şarkı söyleyen kadını tanımam zor olmamıştı. Yine bambaşka bir kadın olarak çıkmıştı karşıma. Yine aynı şaşkınlık. Yine aynı mutluluk. O şarkısını söylerken, efkârı, kırgınlığı, küskünlüğü ve aşkı dökülüyordu odanın orta yerine. Hikayesini bilmiyordum, ama kallavi bir hikayesi olduğu aşikardı.  Elinde mikrofonuyla sahnede “Dert Bende” diyordu.  Evet,  kocaman gülümsüyordu ama belliydi. Dert ondaydı. Sultan’ın da dediği gibi; Yalandan kahkahayı iyi kıvırırdı çünkü Canan.   Esas adı Emine’ydi. Canan sahne adıydı. Kendi deyimiyle, akşamları o kerevetten bozma sahnede şarkı söyleyen, masalara meze olan kızdı Canan. Tek yapabildiğiyse umut etmekti. Ne yazık ki umutları da, hayalleri de bir bir kayıp gitti ellerinden. Her bölüm daha da dağladı yüreğimizi. Dizinin finalinde ise tüm kaybetmişliğiyle çıkmıştı karşıma. Canan’a öyle güzel can vermişti ki… Artık bu kadının oyunculuğundaki kudreti görmüştüm. Sevmek yetmezdi. Hayran olunmalıydı ve daha sonra bürüneceği tüm kadınlar heyecanla beklenmeliydi.  O artık benim için sadece Uzun ve dalgalı saçlı kız, Hayriye ya da Canan değil Goncagül Sunar’dı.
Dizinin bitişini takip eden yazın sonunda yeni bir diziyle geliyordu Goncagül Sunar. Güz Yangını. İlk kez, hayat vereceği bir kadının hikâyesine en başından tanık olacaktım. Nihayetinde tanıştık Zülal’le. Kocasını aldatan, kibirli, gizemli ve entrika çevirmeye oldukça müsait bir kadındı Zülal. Keyifle izlenilesiydi yani, ama kısa sürmüştü dizinin ekran ömrü. Zülal’le vedalaşamamıştım bile.
Ardından en sevdiğim karakterlerden biri olan, saf Karadeniz kızı İklima,  sonra,  kıskanç gelin Rukiye, Cevher Hatun ve daha birçok farklı kadın olarak çıktı karşıma. Hepsini aldım ayrı bir köşeye koydum.  Kısacası, o her defasında yeni bir karakteri üzerine bir kıyafet gibi giydikçe,  “Sakın Korkma” , “Aşk Aldatır” dedikçe ben onu kat be kat büyüyen bir hayranlıkla izledim, dinledim.  
3 yıl kadar önce, belki de İzmir’in tarihindeki en soğuk gecelerden birinde, yüzünde tüm şehrin havasını ısıtacak kadar sıcak bir gülümsemeyle, kulisinde beni karşıladığı an bir gün teşekkür mahiyetinde bu yazıyı yazmayı kendime borç bildim ve bugün,  naçizane bir doğum günü hediyesi olarak bu yazıyı yazdım. Nice nice güzel, mutlu yıllara hayranı olduğum güzel insan.

twitter: @onem_onur


9 Eylül 2016 Cuma

ARKADAŞLAR İYİDİR



ARKADAŞLAR İYİDİR


Gençlik dizilerine karşı büyük antipati beslememe rağmen  o “arkadaş” şarkılı fragmanla adeta beni kendine çağırdı bu dizi. Fragmanda daha önce çekilmiş gençlik dizilerinden çokta farklı bir şey yoktu esasen ama o şarkı yok mu o şarkı. İnsanın içine, derinlerine işlemeyi başarabilen ender şarkılardan biri.  Eski arkadaşlıkları,  birbirinden kopmuş, savrulmuş  ama akla geldikçe buruk bir gülümsemeyle anılan o arkadaşlıkları daha güzel anlatan bir şarkı yoktur sanıyorum. İşte bu şarkının sihiriyle diziyi izlemeye karar verdim. Gençlik dizilerine karşı duyduğum antipatiye sebebiyet veren bir çok klişeyi göreceğimi bile bile üstelik.
Dizinin daha ilk dakikalarında Gizem’in babasının ölümüyle hikaye farklı bir konu üzerinden ilerleyeceğini bizlere gösterdi. Gizem ile Seda’nın yıllar sonraki karşılaşmalarını hiçte candan bir karşılaşma olmayacağını tahmin etmiyordum. Özellikle de Gizem açısından. Nitekim öyle de oldu.  Gizem babasının ölümüyle resmen dağılmış. Tüm hayatı alt üst olmuş. Üstelik kendisinden daha büyük dağılan, hatta darma duman olan annesini toparlama derdinde. Kısacası bir anda büyümüş Gizem. Seda ile yaptıkları balık muhabbeti de bunu çok iyi bir şekilde anlatıyordu. İlk bölümün en sevdiğim diyaloğu diyebilirim. Gizem her ne kadar dizinin kötü karakteri gibi görünse de hikayede izlemesi en keyifli karakter o bana göre. Kısacası bu intikam soslu arkadaşlığı ben sevdim. Tek kaygım Gizem’in bir şekilde pişmanlık duyması, Hikayenin Polyannası Seda tarafından affedilmesi ve çok çabuk iyiler tarafına geçmesi. Ben uzunca bir süre daha Gizem’in oyunlarını izlemeyi istiyorum.
                Gelelim diğer karakterlere; henüz beni Gizem kadar çeken bir karakter olmadı. Zaten Seda ve Yunus edindiğimiz kadarıyla düz karakterler. Eren karakterinin hikayesi de oldukça ilgi çekici. Çocuk oyuncu dramı daha önce işlenmemiş bir konu.  Özellikle bu konuya değinilmesi takdirimi kazandı. Fakat oyuncunun yetersizliğinden  olsa gerek Eren’in dramı beni çok içine çekmedi. Eren karakterine henüz inanmış ve ısınmış değilim. Tabi bunda  Eren karakterinin, yazının ilk satırlarında bahsetmiş olduğum gençlik dizisi klişelerinden biri olan “atarlı genç” rolünü üstlenmiş olmasının da payı büyük. Gelelim Merve’ye. Oyunculuk olarak genç kadro içinde resmen ışıldıyor Hayal Köseoğlu. Enerjisi ve doğallığıyla ilk bölümde beni kendisine hayran bıraktı diyebilirim. Merve hikayenin eğlenceli kızı ama onun hayatı da kolay denemez.  Kilo problemi, annesiyle çatışması ve Yunus’a olan aşkı ilgimi fazlasıyla çekti. Aşk demişken, işte en büyük rahatsızlık duyduğum klişelerden biri de bu. Dört kişilik bir arkadaş grubu içinde üç platonik aşk biraz fazla değil mi sizce de? Gençlik dizilerinin en büyük handikabı tam da bu sanırım. Velhasıl kelam içinde klişeler barındırsa da, farklı ve sağlam hikayeleri bulunan güzel bir iş olmuş “Arkadaşlar İyidir” Yolu açık, reytingi bol olsun.

twitter: @onem_onur

BU YAZIN EN’LERİ



BU YAZIN EN’LERİ

Birbirinin benzeri romantik komedilerin ekranı kapladığı yaz sezonunun sonuna geldiğimiz şu günlerde Gotik Leyla yazarları olarak kendimizce bu yazın en dikkat çeken isimlerini belirlemeye çalıştık. İşte beş başlıkta topladığımız bu yazın en iyileri.

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu
Selin Yeninci (Rengarenk / Neşe)
İlk olarak ekran macerası kısa süren “Ah Neriman” dizisinde canlandırdığı karakterle dikkatimi çekmişti Selin Yeninci. O günden bu yana başka bir projede izlememiştim. Bu yaz Rengarenk ile tekrar karşımıza çıktı. Üstelik bu sefer daha eğlenceli bir karakterle.  Gelgitli ve stresli senarist Neşe.  Dizinin şüphesiz en çok güldüren karakteri.  Neşe’nin bu kadar sevilmesinde Karakterin iyi yaratılmış olmasının yanı sıra Selin Yeninci’nin enerjik oyunculuğunun da payı büyük elbette. Daha uzun yıllar başarılı işlerde görmek dileğiyle.
 
En İyİ Yardımcı Erkek Oyuncu
Yiğit Kirazcı (Seviyor Sevmiyor / Tuna)
Gençlik dizilerini sevenlerin aşina olduğu bir yüz aslında fakat asıl çıkışını hiç şüphesiz Seviyor Sevmiyor dizisi ile yaptığını söyleyebiliriz. Canlandırdığı Tuna karakteriyle kendisine hatırı sayılır bir hayran kitlesi yarattığını söylemekte mümkün. Rahat, komik, gizemli  ve aşık Tuna’nın bu kadar sevilmesindeki en büyük etken  ise Yiğit Kirazcı’nın doğal ve samimi oyunculuğu olsa gerek.

En İyi Kadın Oyuncu
Zeynep Çamcı (Seviyor Sevmiyor / Deniz)
Zeynep Çamcı’yı en az bir kez izlemiş olan birisinin, kendisinin insanın içini ısıtan o doğal oyunculuğunu fark etmemesi mümkün değildir herhalde. Seviyor Sevmiyor da canlandırdığı Deniz karakterinde de o sıcaklığı, o masumiyeti dibine kadar görüyoruz. Son derece inandırıcılıktan uzak ve komik bulduğum çillerine rağmen Zeynep Çamcı yine güzel, yine doğal ve yine başarılı.

En iyi Erkek Oyuncu
Kaan Taşaner (Rengarenk / Can)
Takım elbiseli, şirket yöneticisi esas oğlanların kol gezdiği yaz ekranındaki en farklı ve en gerçekçi esas karakter tartışmasız Can. Rengarenk’in kadınlara güvenmeyen, yalandan nefret eden,  hayata ve insanlara karşı sert çizgileri olan veterineri. Kaan Taşaner’in yeni imajıyla ve güçlü oyunculuğuyla Can’a inanmamak mümkün değil.

En İyi Dizi
Seviyor Sevmiyor
Yazın tartışmasız en iyisi kabul edilen Seviyor Sevmiyor oluyor. Daha önce işlenmiş hikayelerden daha farklı olduğunu hissettiren, Zeynep Çamcı ve Yiğit Kirazcı'nın muhteşem doğal oyunculuklarından dolayı bizim en'imiz Seviyor Sevmiyor.Yaz dizisi olarak başladığı serüvenine yeni sezonda da devam etmesi dileği ile.


twitter: @onem_onur