2001 yazında pazartesi akşamları, o yıllarda yayınladığı
dizilerle altın çağını yaşayan TRT de bir dizi başlamıştı. Annemin severek
izlediği, benimse sıkıcı bulduğum bu diziye yıllar sonra hayranlık duyacağımı
hiç düşünmezdim o zamanlar. Dizide bir
kenar mahallede yaşayan daha doğrusu savaşan insanların öyküleri vardı. Kimi
kendiyle savaş halindeydi, kimi hayatla. Kimi aşkıyla, kimi korkularıyla. Tabi
bunu yıllar sonra dizinin tekrarlarını izlediğimde idrak etmiştim. Daha sonra
kaç kez baştan sona izledim saymadım. Hala her sonbahar geldiğinde diziye, o
tuhaf insanların hikayelerine bir yerinden dalıp giderim. Neden sonbahar
bilmiyorum. Belki de en melankolik, en
şiirimsi mevsim olduğu için bağdaştırırım “Yeditepe İstanbul”la. Çünkü, “Yeditepe İstanbul” şiir gibi bir dizidir. Tatlı bir hüzün bırakıverir
insanın içine. Aynı acılardan geçmesek bile mısraları can yakar. Yusuf’un
dediği gibi; “Anlamlarını bilmeden dinleyip,
sevdiğimiz şarkılar vardır ya, işte biz de öyleyiz. Sesin kıvrılıp büküldüğü
yerde ıslanıyor gözlerimiz”
Diziyi her yeni izleyişimde yeni bir cümleyi keşfederim.
Belki duyamadığım, keşfedemediğim,
manasının derinliğini hala anlamadığım onca cümle dökülüyordur Olcay’ın
ağzından, Yusuf’un kaleminden, Duru’nun parmaklarından, Ali’nin suskunluğundan… Böyle bir dizidir işte “Yeditepe İstanbul”
Havva ana’nın buzdolabındaki biralar, Önem’in televizyonu, bahçedeki kayık bile
çok şey anlatır insana… Hepsini anlamak için defalarca kez izlemek gerekir
belki de. Bir defasında Lale’nin güçsüzlüğüne
üzülürsün. Ötekinde Önem’in avluda kavga varken perdeleri kapatıp, müziğin
sesini sonuna kadar açarak gerçek dünyadan kaçmaya çalışması yüreğini burkar.
Bir diğerinde Ali’nin ağzından dökülen bir kelimeye Havva Ana kadar sevinirsin.
Hiç şüphesiz her defasında yeni bir şey, yeni bir duygu bulursun.
İlk izlediğim andan beri idrak ettiğim bir şey varsa, o da Zuhal
Olcay’ın güzelliğidir. Tüm kaybetmişliğiyle, tüm yorgunluğuyla, tüm
güzelliğiyle hayata sıkı sıkı tutunmaya çalışan Olcay. Bazen düşüyordu. Sonra
daha dik kalkıyordu düştüğü yerden. Kalıp, daha emin adımlarla yürüyordu, hatta
koşuyordu. Aşka zaman yoktu. Başka zaman da yoktu… Bu yüzden göremedi Yusuf’u. Gördü belki de… Başka yöne çevirdi kafasını. Durup bakarsa
yavaşlayacağından korktu hep.
Olcay - Hiç
anlamıyorum, sanki parti bitmiş de bizi burada unutmuşlar gibi.
Yusuf ise aylaklığın kitabını yazmakla meşguldü. Edebiyata
katkısı bu kadarla sınırlı değildi. Mahallenin tarihini de kağıda dökmüştü, ama
edebiyat’tan hoşlanmayan bir rüzgar alıp uçurmuştu o satırları boğazın serin
sularına. Kızmamak lazım Yusuf’un tembelliğine.
Kimse görmese de, anlamasa da bir amacı vardı tembelliğinin. Tembellik
değildi onunki. Amacına ulaşmak için güç topluyordu belki de. Kendisine “Serseri bir gezegenden ne farkın
var senin? Bu gençliğinle, kuvvetinle ne yapacaksın?” diyen Havva ana’ya “Bir
gün tüm gücümle aşık olacağım“ demişti. Olmuştu da. Hem de tüm gücüyle. Güzel şeyler vadetmiyordu evet, ama güzel
seviyordu Yusuf.
Olcay - Seni hiç bu kadar
kararlı görmemiştim Yusuf.
Yusuf – Çünkü benim tek işim seni sevmek.
Tek aşık Yusuf değildi elbette. Ömer
de aşıktı. Duru’nun D’sini iğneyle göğsüne kazıyıp illa kan akıtacak kadar.
Rüstem de aşıktı. Elinde bir buket çiçekle mahallenin sokaklarını yürüyecek
kadar. Pembe de aşıktı… Çekip gidecek kadar.
Dizini sonunda Yusuf ‘un kitabı “çok
satanlar” rafında yerini alamadı. Havva Ana’nın kızı gelmedi. Pembe hayatının
aşkını bulamadı. Sabri usta başkalarının evleri için tuğla örmeye devam etti. Yusuf’un
da dediği gibi; “Tamam, Bitti.
Bu tuhaf insanların öyküsü bundan sonra sizin içinizde sürecek. Yalnız
kimseye iltimas geçmek yok, çünkü herkes payına düşeni yaşar.”
Tevfik – Ne dedi Duru?
Ömer – “Ömer” dedi. Hayatta hiç kimse adımı bu kadar güzel
söyleyemez.
Üzerinden yıllar geçmiş olsa da bizim içimizde sürdü bu
insanların öyküsü. Sürmeye de devam
edecek. Böyle bir diziyi bizlerle buluşturdukları için Yapımda, yayında emeği
geçen herkese sonsuz teşekkürler.
Yusuf - 35 yaşındayım. Daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım
hayatın, ama kenarındayım o kesin. Hem de en kenarında, bizim mahalle gibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder