9 Aralık 2016 Cuma

Yeditepe İstanbul - "Tamam, bitti bu tuhaf insanların öyküsü"


   2001 yazında pazartesi akşamları, o yıllarda yayınladığı dizilerle altın çağını yaşayan TRT de bir dizi başlamıştı. Annemin severek izlediği, benimse sıkıcı bulduğum bu diziye yıllar sonra hayranlık duyacağımı hiç düşünmezdim o zamanlar.  Dizide bir kenar mahallede yaşayan daha doğrusu savaşan insanların öyküleri vardı. Kimi kendiyle savaş halindeydi, kimi hayatla. Kimi aşkıyla, kimi korkularıyla. Tabi bunu yıllar sonra dizinin tekrarlarını izlediğimde idrak etmiştim. Daha sonra kaç kez baştan sona izledim saymadım. Hala her sonbahar geldiğinde diziye, o tuhaf insanların hikayelerine bir yerinden dalıp giderim. Neden sonbahar bilmiyorum.  Belki de en melankolik, en şiirimsi mevsim olduğu için bağdaştırırım “Yeditepe İstanbul”la. Çünkü,  “Yeditepe İstanbul”  şiir gibi bir dizidir. Tatlı bir hüzün bırakıverir insanın içine. Aynı acılardan geçmesek bile mısraları can yakar. Yusuf’un dediği gibi; “Anlamlarını bilmeden dinleyip, sevdiğimiz şarkılar vardır ya, işte biz de öyleyiz. Sesin kıvrılıp büküldüğü yerde ıslanıyor gözlerimiz”

    Diziyi her yeni izleyişimde yeni bir cümleyi keşfederim. Belki  duyamadığım, keşfedemediğim, manasının derinliğini hala anlamadığım onca cümle dökülüyordur Olcay’ın ağzından, Yusuf’un kaleminden, Duru’nun parmaklarından,  Ali’nin suskunluğundan…  Böyle bir dizidir işte “Yeditepe İstanbul” Havva ana’nın buzdolabındaki biralar, Önem’in televizyonu, bahçedeki kayık bile çok şey anlatır insana… Hepsini anlamak için defalarca kez izlemek gerekir belki de. Bir defasında Lale’nin güçsüzlüğüne üzülürsün. Ötekinde Önem’in avluda kavga varken perdeleri kapatıp, müziğin sesini sonuna kadar açarak gerçek dünyadan kaçmaya çalışması yüreğini burkar. Bir diğerinde Ali’nin ağzından dökülen bir kelimeye Havva Ana kadar sevinirsin. Hiç şüphesiz her defasında yeni bir şey, yeni bir duygu bulursun.


 
   İlk izlediğim andan beri idrak ettiğim bir şey varsa, o da Zuhal Olcay’ın güzelliğidir. Tüm kaybetmişliğiyle, tüm yorgunluğuyla, tüm güzelliğiyle hayata sıkı sıkı tutunmaya çalışan Olcay. Bazen düşüyordu. Sonra daha dik kalkıyordu düştüğü yerden. Kalıp, daha emin adımlarla yürüyordu, hatta koşuyordu. Aşka zaman yoktu. Başka zaman da yoktu…  Bu yüzden göremedi Yusuf’u. Gördü belki de…  Başka yöne çevirdi kafasını. Durup bakarsa yavaşlayacağından korktu hep.

Olcay - Hiç anlamıyorum, sanki parti bitmiş de bizi burada unutmuşlar gibi.




   Yusuf ise aylaklığın kitabını yazmakla meşguldü. Edebiyata katkısı bu kadarla sınırlı değildi. Mahallenin tarihini de kağıda dökmüştü, ama edebiyat’tan hoşlanmayan bir rüzgar alıp uçurmuştu o satırları boğazın serin sularına. Kızmamak lazım Yusuf’un tembelliğine.  Kimse görmese de, anlamasa da bir amacı vardı tembelliğinin. Tembellik değildi onunki. Amacına ulaşmak için güç topluyordu belki de.  Kendisine “Serseri bir gezegenden ne farkın var senin? Bu gençliğinle, kuvvetinle ne yapacaksın?” diyen Havva ana’ya “Bir gün tüm gücümle aşık olacağım“ demişti. Olmuştu da. Hem de tüm gücüyle.  Güzel şeyler vadetmiyordu evet, ama güzel seviyordu Yusuf.

Olcay  - Seni hiç bu kadar kararlı görmemiştim Yusuf.
Yusuf – Çünkü benim tek işim seni sevmek.
 

 
   Tek aşık Yusuf değildi elbette. Ömer de aşıktı. Duru’nun D’sini iğneyle göğsüne kazıyıp illa kan akıtacak kadar. Rüstem de aşıktı. Elinde bir buket çiçekle mahallenin sokaklarını yürüyecek kadar. Pembe de aşıktı… Çekip gidecek kadar.
 
Tevfik – Ne dedi Duru?
Ömer – “Ömer” dedi. Hayatta hiç kimse adımı bu kadar güzel söyleyemez.

 
   Dizini sonunda Yusuf ‘un kitabı “çok satanlar” rafında yerini alamadı. Havva Ana’nın kızı gelmedi. Pembe hayatının aşkını bulamadı. Sabri usta başkalarının evleri için tuğla örmeye devam etti. Yusuf’un da dediği gibi;  “Tamam,  Bitti.  Bu tuhaf insanların öyküsü bundan sonra sizin içinizde sürecek. Yalnız kimseye iltimas geçmek yok, çünkü herkes payına düşeni yaşar.”


   Üzerinden yıllar geçmiş olsa da bizim içimizde sürdü bu insanların öyküsü.  Sürmeye de devam edecek. Böyle bir diziyi bizlerle  buluşturdukları için Yapımda, yayında emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler.
 
 
 
 
Yusuf - 35 yaşındayım. Daha hiçbir şey yaşamadım ki ortasında olayım hayatın, ama kenarındayım o kesin. Hem de en kenarında, bizim mahalle gibi.
 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder